Avrupa’nın hukuki evrimini bir bütün olarak incelemek, Batı toplumlarının tarihini yaklaşık 18. yüzyılın ortalarından, yani modern döneme geçişten itibaren ele almak demektir. Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, işçi talepleri ile feminist ve aile kurumunu temel alan hareketler; Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve diğer ülkelerde köklü hukuki dönüşümlere yol açmıştır. Bu gelişmeler, 20. yüzyılın başlarında çeşitli hukuk sistemleri arasında bir yakınlaşmayı beraberinde getirmiştir. Ne var ki, Sovyet hukukunun doğuşu ve ardından faşist rejimlerin iktidara gelişi, iki savaş arası dönemde siyasi ve ideolojik ayrışmaları ön plana çıkarmış; bu bölünmüşlük, II. Dünya Savaşı sonrasında da kırk yıl boyunca varlığını sürdürmüştür. Ancak Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte, Avrupa’daki özgürlük ortamında, hukuk sistemleri arasında ortak eğilimler yeniden güç kazanmış; bu kez başka tartışmalar öne çıkmıştır: Refah devletinin geleceği –özellikle emekçilere tanınmış hakların sorgulanma riskiyle– ya da eşcinsel evlilik gibi yeni toplumsal gerçekliklerle yüzleşen aile hukukunun dönüşümü. Avrupa Birliği bünyesinde hukukların ne ölçüde uyum kazanmasının arzu edilir olduğu sorusunun günümüzde yeniden hararetle tartışıldığı bir dönemde, tarihsel perspektif, hem hukuki çeşitliliği hem de ortak zemini kavramaya katkı sağlamaktadır.
Birden çok hukuk tarihinin yan yana varlığının önemini savunan Halpérin, “hukuk bilimlerini hukuksal kuralları gözlemleyen sosyal bilimler olarak kavramak” gerektiğini vurgulamaktadır.
Kitabın yazarı Jean-Louis Halpérin, bu alanda yayımladığı meslekî ve entelektüel kitaplarıyla Avrupa hukuk çevrelerince yakından takip edilen bir isimdir.