Çağların çağlar, dağların dağlar, yolların yollar, suların sularla mühürlendiği bir zamandı. Kader yazgısı; aldı onu Anadolu'nun alnına yazdı.
Her şey aslına, dağlar da ona gebeydi. Gün geldi, zaman geçti. Ademoğlu ademi, dağlar ise suları doğurdu. Suyun adı Fırat kondu. İçinin içi sırlar, dışının dışı medeniyet ile doluydu.
Fırat; sadece bir ırmak veya coğrafyanın adı değil, çağların içindekilerle çağladığı, bir kültür ve tarih selidir akıp gelen geçmişten günümüze. İnsanlığın; varlık ile yokluk sofrası, dünyanın idrak ile odak noktası, medeniyetlerin tüm kapılarının kendisine açıldığı ortak sofa’sı, bir o kadar da hedef tahtasıdır aynı zamanda. Fırat; buluşmalar kadar, vuruşmalarla adı geçen meydandır. Tüm bu buluşma ve vuruşmaların gölgesinde, geride binlerce iz var bizlere kalan. Bizler; o izlerin izini sürüyor, o toprağın sırlı hamuruyla yoğrulup duruyoruz hala. Kadim medeniyetler mayası ile hamuru yoğrulan bu büyük coğrafyanın, tüm kadim özelliklerini olanca zenginliği ile önümüze seren bu eser; bin yılların haykırdığı medeniyet türküsünün kulağımıza değen eşsiz nağmesidir. Çağların besteleyip önümüze serdiği, bizlerin ise çalıp dinlediği, eşsiz bir nağmenin adıdır, Fırat'ın Türküsü. Tarih koridorunda kimlik ile benlik arayışına çıkacağınız; kimlik ile benliğinizi bu kadim coğrafya ile tarihinin parmak izinde bulacağınız bu kıymetli eseri;
Siz “Fırat’ın Çocukları'na” armağan ediyoruz.
Okunmak üzere bu türküyü sonsuza dek, sizlere emanet ediyor,
Saygılar sunuyorum...
Cebeli YERLİKAYA