I. Dünya Savaşı sona erdiğinde dünya 1914’ten çok farklıydı. Savaşa büyük umutlarla giren imparatorluklar artık yoktu. Rusya İmparatorluğu daha savaş bitmeden bir devrimle dağılırken, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ise yerini yeni ulus-devletlere bırakacaktı. Ancak bu yeni ulus-devletlerin doğuşu öyle kolay olmamıştı. Belki savaş sona ermişti fakat silahlar hâlâ susmamıştı. Kimi tarihçilere göre Cihan Harbi, Kurtuluş Savaşı’nın ardından 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile son buldu. Ardından “iki savaşı arası dönem” olarak adlandırılan devreye girildi. Büyük Savaş sonrası eski imparatorluk topraklarında kurulan bu yeni ülkeler ciddi dönüşüm ve değişimler geçirdi. Bu ülkelerin başında Türkiye Cumhuriyeti geliyordu. Başlı başına bir direniş hikâyesi olan Kurtuluş Savaşı’nın ardından yine Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen inkılaplar, tüm dikkatleri tekrar Türkiye üzerine çekiyordu. Diğer tarafta ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sanayi mirasının çoğunu devralarak 1918’de demokratik bir rejimle kurulan Çekoslovakya vardı.
Bu iki yeni devletin aslında birbirlerine sınırı yoktu, dolayısıyla komşu değillerdi. Ancak her ne kadar doğrudan komşu olmasalar da iki savaş arası dönemde pek çok farklı ilişki türü kurdular ve geliştirdiler. 1920’ler karşılıklı ilişkilerin inşa sürecine sahne oldu. Fakat bu dönemde esas olarak ikili ilişkilerin ekonomik yönü ön plandaydı. Sanayisi gelişmemiş ve temelde bir tarım ülkesi olan Türkiye, Çekoslovakya’dan pek çok sanayi ürünü ithal ediyordu. Çekoslovakya ise başta tütün olmak üzere, fındık, üzüm ve incirin Türkiye’deki en önemli alıcılarındandı. 1930’ların ortasından itibaren Türkiye’nin sanayileşme çabalarıyla beraber Çekoslovakya’dan yapılan ithalat da azalmaya başlamıştı. Sosyal ilişkiler ise 1920’ler ve 1930’lar boyunca çeşitli alanlardaki ziyaretler ve Türkiye’nin Çekoslovakya’yı da bir model olarak inceleme çalışmalarıyla gelişmişti.
1930’larda aynı zamanda ikinci bir dünya savaşına adım adım yaklaşıldığı için iki ülke dolaylı yollardan bir yakınlaşma yaşamıştı. Bu yakınlaşma Küçük Antant ve Balkan Antantı sayesinde olmuştu. Ancak barışı korumak için bu iki oluşum etrafında bir araya gelen ülkeler savaşın çıkmasına engel olamayacaktı. Sonunda 1939 yılının bir mart günü Çekoslovakya Hitler Almanya’sı tarafından işgal edildi. Bu işgal diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de Almanya’ya bakışında bir kırılma yaratmıştı. Türkiye muhtemelen aynı akıbete kendisinin de uğrama çekincesini artık daha fazla hisseder olmuştu. Bu yüzden savaşı kapısından uzak tutmak için elinden geleni yapacak, tabiri caizse âdeta ipteki cambaz gibi dengede durmaya çalışacaktı. Böylece iki ülke de farklı koşullar altında umutlarını -hiç bitmeyeceği düşünülen- savaşın sonuna bırakmış oldu.