Amacım, az da olsa onu teselli edebilmekti. Oysa teselli ne mümkündü? Alparslan’ın annesinin yüzünde acı bir gölge belirdi. Gözlerini ufka dikerek, ince ve titreyen bir sesle: “Komutan, oğlumun canı yanmış mıdır?” diye sordu. Bu söz yüreğimi ikinci kez delip geçmişti. Ne diyeceğimi bilemedim. Boğazım düğümlendi, kursağıma bir yumru oturdu, nefesim kesildi. Gözlerim dolmuştu, ama belli etmemeye çalıştım. Acıya, zulme, zorlu hayat şartlarına, sarp araziye, her çeşit psikolojik harp tekniklerine karşı aldığımız eğitim, evladını kaybetmiş bir annenin yüreğinin yangınına bir bardak su bile olamıyordu. Gözlerine bakarak derin bir nefes aldım. “Anacığım” dedim, sesim titreyerek, “Oğlunuzun kahramanlığı öyle büyüktü ki, Rabbim ona bu acıyı hissettirmemiştir. O şimdi şehitlik makamında, huzur içinde. Dualarımız onunla.”
“OĞLUMUN CANI YANMIŞ MIDIR?”