Mermer soğukluğunu taşıyan kaldırımlarda o gün akşama kadar oturdu. Vapur düdüklerine baktı. Martılara… Parasızlığa nasıl da alıştı yirmi yılda bu toplum, dediği insanlara baktı. Dağıttığı öykülerini düşündü. Öykülerini verdiği insanları… Kaçı okumaya başlamıştı, kaçı okuyup da dudak bükmüştü? Kaçı çok abartı bulmuştu acaba? Çünkü yaşadığı her an ona çok gelirdi. Tezgâhlar artık çoktu, kalabalıklar çok, bakışlar çok. Kiralar, faturalar, manavlar… Ensesi kalınlar da çoktu, çoktu karnı kasnak kasnak bükülen de açlıktan. Kaygılar da göz yaşları da… Enkazlı ölümler, otel yangınları, bilinmez bombalar…
Emrah Eco'nun öyküleri, şiire, şiir gibi bir dile yakın duran, meselesini, varoluşunu yazıda kazıyan öyküler. Işıltılı, sarsıcı, büyüleyici...
Kemal Varol
Emrah Eco “hemen her şeye çarpan” hikâyelerinde yasaklarla sesi azaltılmış, kapı eşiklerinde bekletilenlerin dünyasından sesleniyor. Kimi zaman ev içlerine bakıp mutfaklardaki çatal kaşık seslerine, kimi zaman da çatılarda soluklanıp yerle gök arasındaki mesafeye odaklanıyor. İddialı bir yazar adayından beklenecek şekilde “tuhaf sözcüklerle” konuşuyor, “söylenmeyen son sözlere” açıyor kaleminin ucunu. Karanlığın kalın bir yorgan gibi örttüğü köy gecelerinde, aydınlığa açılan mayıs sabahlarında yasaklardan ve sınırlardan kaçmak için anlaşanların izini sürüyor.
İnsanın en eski alışkanlıklarından olan hikâye anlatma arzusu devam ediyor. Emrah Eco, “her köşesinden beklenmedik hikâyelerin çıktığı” sayfaları duygularla, düşüncelerle, düşlerle, hayal ve hayal kırıklıklarıyla doldurarak bu alışkanlık zincirine yeni bir halka ekliyor. Sağlam bir halka…
Bâki Asiltürk