Edebî metin, özel şartları bulunan belirli bir dönemin içine doğar, fakat o dönemle sınırlı kalmaz. Metinlerin, içine doğdukları dönemin öncesinde kökleri, sonrasında da gölgeleri olur. Başka bir deyişle, edebî metin seleflerinden beslenir, haleflerini besler. Bir metnin kendisinden çok önce söylenmiş / yazılmış metinlerin yansıma yeri olduğuna ve kendisinin de çok sonraki metinlerde dirildiğine dair çok örnek vardır. Aile ve akraba çevresinden Yunus ilahileri veya halk türküleri dinleyerek büyümüş olan bir şairin eserlerinde “Yunusça unsurlar”a rastlanması ya da halk türkülerinin ana teması olan “hasret yükü”nün hissedilmesi bu dirilişe örnek gösterilebilir.
Edebî metnin öncelikle bir “dil ürünü” olduğu gerçeğinden hareketle diyebiliriz ki metin, yazıldığı / söylendiği dilin belli bir süreç içinde meydana gelen ürünleri arasındaki kaçınılmaz bağlantılarla zenginleşir. İnsanların atalarından, onların kültürel mirasından beslenmeleri ile bugünkü edebî metinlerin eskilerle olan bağlantıları arasında benzerlikler kurulabilir.
Bu kitapta, işaret edilen benzerlik ve ilişkilerin net bir şekilde var olduğu bazı edebî metinler üzerinde durulmakta, yüzyıllardır akıp gelen Türk edebiyatının, değişik kalemler aracılığıyla kendini yenileme macerasına dikkat çekilmektedir.