Uyanıp gözlerimi araladığımda, güneş batıya doğru yönelip birkaç saat sonra ise tamamen ortadan kaybolacağını belli ediyor. Muhtemelen tüm bu yorgunluğumla on saat kadar aralıksız ve rüyasız derin bir uykuya dalmışım. Ensemden tişörtüme doğru yürüyen ve doluşan karıncalar ile irice bir tırtılı birer birer alıp toprağa bırakıyorum. Cırcır böceklerinin sesi nadiren ötüşen kuşların sesine karışıyor. Ayağa kalkıp bir sigara yakıyorum. Bu anı romantize etmeye ya da bir Abbas Kiyarüstemi filmi sahnesine çevirmeye hiç niyetim yok. Kaskımı takıp motorumla toprak yoldan ana yola giriyorum. Hiçbir şey düşünmeden kırk dakika boyunca ilerlediğimde beni tanıyan ve yanında görmek isteyen bu topraklara girip ana caddede seyrekçe devam eden yaşlı arabaların arasına karışıyorum. Şehirdeki hızlı değişimden dolayı kaybolmamak için tabelaları takip ederek ilerliyorum. Birkaç dakika sonra eski otobüs termineline varıyorum. Güneş tamamen batıyor ve sokak lambaları aydınlanıyor. ‘’ Kim yakar acaba bu sokak lambalarını?’’ diye düşünüyorum. Yolun karşı tarafına dikkatlice geçerken trafik ışıklarındaki saniyelerin geriye doğru değil, ileriye aktığını görüyorum. Sokaklarda neşe içinde birkaç esmer mülteci çocuk koşuşturuyor. Hayallere dalmamak için onları izlemeyi bırakıyorum. Motoru bahçeye park edip, kaskı elime alıyorum. İşte yine karşındayım. Tüm bu berbat ihtimallerin en güzelinde, çocukken ait olduğum yerde….
Fatih Ölmez, bu ilk romanında okuru içsel bir yolculuğa davet ediyor. Sessiz kent sokaklarında, geçmişe dönüşlü kırılgan anlarda, LİMİNAL bize hem kaybolmayı hem de yeniden ait olmayı anlatıyor. |