"İkimizin hikâyesini yazmak istiyorum. Yaz tabii, yazarsın sen. Beraber yazalım bu sefer. Ama saat? Kırma beni lütfen, beraber yaptığımız son şey olsun, bir öykü yazalım seninle. İyi de o kadar vaktimiz yok? Daha var, yetişirsin. Ne desem bilemedim. Bir şey demesen, öylece dursan da olur. Peki, o hâlde çıkar kâğıtları. Başlayalım mı? Hadi başlayalım. Nasıl bir hikâye yazacağız peki? İki kişi var. Hımm, peki olay ne, n’oluyor bu iki kişiye? Hikâye de orada zaten, hiçbir şey olmuyor. Hiçbir şey mi? Evet, olay yok. Garip. Peki, nerede geçiyor bu öykü? Bir saatin içinde… Nasıl yani? Bildiğin yuvarlak bir saatin içinde. Mekân bir saatin içi mi yani? Evet. Peki ya kişiler? Kişiler, akrep ve yelkovan. İlginç oldu bu. Hikâyenin zamanını soracağım ama? Zaman da bir saat… Mekânı anladım, zaman diyorum? Tamam, ben de onu diyorum, akreple yelkovanın birbirinden ayrılıp tekrar birbirine kavuşması ne kadar sürer ki? Bir saat… Ben de onu diyorum, zaman da bir saat… Kafam karıştı. Karışmasın, zaman ve mekân iç içe değil mi zaten? Öyle de... O hâlde? Tamam, anladım. Devam edelim mi? Dur biraz, ikimizin hikâyesi demiştin, biz bu hikâyenin neresindeyiz? İçinde, tam kalbindeyiz."